15 Temmuz 2011 Cuma

Nokta...

Gönderen Eleneda zaman: Cuma, Temmuz 15, 2011 0 yorum
22 Kasım 1991...10 yaşındaydım dayımın cenazesi eve getirildiğinde...Dün gibidir ama...Askerdi dayım 10 gün önce izinini bitirip gitmişti birliğine...Sonra...
Boğazım düğümleniyor hala aklıma gelince ve her terör haberinde baştan yaşarım o anları...Aynı dün gibi...13 can daha...Birüç nokta daha....Kaç yıldır devam ediyor terör ve üç noktası...Ne zaman bitecek umudu olan var mı?'Vatan sağolsun'...Bu kadar...Sonra bayrağa sarılı canınız size teslim ediliyor belki parçaları eksik sizin teslim ettiğiniz gibi bile değil yani....ya da dünkü canlar gibi yanmış da olabilir...Sonra konserler iptal edilir nutuklar atılır, belki şike olaylarına kapılırsınız 3-5 gün geçer hayat devam eder sizin için...Aynı kaldığınız yerden.O ailelerde öyle olmaz ama hayat orada durur hep.Sadece nefes alırlar bazen o bile ağır gelir.Keşkeleri kalır ellerinde.Keşke ile başlayan cümleler kurulur hayatlarında...
Ne söylenebilir ki daha...90-91 doğumlu çocuklar çoğu...Aslında en güzelini Zülfü Livaneli söylemiş bugünkü yazısında.Başlık her şey anlatıyor aslında...Link koymadım lütfen dikkatle okuyun.

Kasap et derdinde, koyun can derdinde

Ali, Ahmet, Ömer, Mehmet, Mustafa, Ercan, Yılmaz, Hüseyin, Yakup, Hasan, Murat, Abdullah... Sayın sayabildiğiniz kadar. Halkın erkek çocuklarına koyduğu ne kadar isim varsa alt alta sıralayın.

Göreceksiniz ki her isimden yüzlerce şehit var.

Hepsi halk çocuğu, hepsi gencecik, hepsi masum.

Dün on üç can gitti, daha önce on beş, ondan önce sekiz! Otuz yıldır her gün gazetelerde birer sayı olarak verildiler. Oysa her ismin arkasında aileler, umutlar, aşklar, geleceğe dair planlar vardı.

Ya sarp bir tepenin başında, ya kör bir dere yatağında parçalanıp gittiler. Mayınlar kollarını, bacaklarını kopardı. Sağ kalanlar, göğüslerine soktukları naylon poşetleri çıkarıp, arkadaşlarının parçalarını topladılar. Oysa daha dün gece nasıl da dertleşmişlerdi, gecenin ıssızlığında baş başa verip nasıl da terhisten sonra neler yapacaklarından söz etmişlerdi. Mayınla parçalanan Ali, “Gel teskere gel” diyerek gün sayıyordu ve her gece rüyasında, babasının söz verdiği gibi hemen evleneceği Aynur’u görüyordu.

Arkadaşının kanlı parçalarını toplayıp poşete dolduran Ahmet, dehşet içinde hem arkadaşının hazin sonunu hem de kendisini bekleyen korkunç kaderi düşünüyordu.

Bir kuytulukta ölüp gittiler.

Arkalarından cenaze törenleri yapıldı. Anaları babaları, bayrak örtülmüş tabutlarına sarılıp, yürek yakıcı feryatlarla ağlaştılar. Siyasetçiler, komutanlar “terörle hiçbir yere varılamayacağını, bu eylemleri yapanların hüsrana uğrayacaklarını” söylediler.

Sonra?

Sonrası hiç!

Hepsi unutuldu. Sadece ailelerinin ziyaret ettiği mezarlıklarda ve evlerinin duvarına asılı, çerçeveli bir fotoğrafta kaldılar.

Ne Ali anlayabildi niye öldüğünü; ne Ahmet, ne Ömer, ne Ercan, ne Mustafa!

Daha dünyayı kavrayacak yaşta değillerdi.

Onların tazecik bedenleri üzerine siyaset yapanları, uluslararası komploları, Orta Doğu üzerinde oynanan oyunları, enerji kaynaklarına sahip olma hesaplarını bilmiyorlardı.

“Vatanın sana ihtiyacı var!” dendi, onlar da davullu zurnalı şenliklerle asker ocağının yolunu tuttu.

Ama hem Türkiye’de hem de dışarıda yürekleri nasır bağlamış, buz bakışlı bir takım insanlar, bu delikanlıları birer insan değil, her an harcanabilecek piyonlar olarak görüyorlardı.

Kuytu boğazlarda, sarp geçitlerde parçalandılar.

Kendileri parçalanırken ailelerinin, sevenlerinin yüreklerini de parçalayıp gittiler.

Ve arkalarından bol bol nutuk söylendi.

Ne demişti Orhan Veli:

“Neler yapmadık şu vatan için

Kimimiz öldük

Kimimiz nutuk söyledik meydanlarda.”

***


Evlatlarımızı yiyen bu iğrenç, bu kirli, bu aşağılık savaşa lanet olsun!

Savaşı bitirmek yerine, ondan yarar uman, çıkar sağlayan canavarlara lanet olsun!

Kardeş kavgasını bitirmeyenlere lanet olsun!

Evlatlarımız ise nur içinde yatsınlar.

20 Mayıs 2011 Cuma

Edirne Notları:Seviyorum Ben Bu Şehri:)

Gönderen Eleneda zaman: Cuma, Mayıs 20, 2011 2 yorum
Aslında yakışmadı böyle puslu bir resim bu şehre ama ne yapalım nisan yağmuruyla karşıladı bizi Edirne...Hem soğuk hem ıslaktı o gün...Soğuğa rağmen Meriç kenarında,Lalezar'da camın arkasında çektim bu fotoğrafı.Meriç Köprüsü görünen.Sultan 2.Mahmut zamanında yapımı başlayıp Sultan Abdulmecid zamanında bitmiş bu tarihi köprü.Güneşli bir günde şöyle Meriç'in sakin sakin aktığı pırıl pırıl bir fotoğrafıda paylaşırım buradan inşallah:)
Anne toprağı Edirne.O nedenledir ki kalbimin derinliklerindedir yeri...Sıcacık insanlarıyla,'be ya' olmadan olmaz sohbetleriyle,düğün dernek deyince akan sular duran geceleriyle bir başkadır işte.Dedim ya 'Seviyorum ben bu şehri'....
Selimiyesi,ters lalesi,kırkpınarları,badem ezmesi,sabunları daha da önemlisi tarihi ile koca bir çınar benim için Edirne.İstanbul'un fethine kadar Osmanlı'ya 92 yıl başkentlik yapmış bir şehir ne de olsa.Heybeti oradan kalma...İşte o heybetli Selimiye'nin içinden  bir kaç detay resim size:)





 
Mimar Sinan'ın 'ustalık eserim' dediği Selimiye Cami şehre gelenlerin ziyaret etmeden geçmediği büyük bir eser zaten.Selimiye'nin tarihini buradan okuyabilirsiniz.Peki Selimiye'deki ters lalenin hikayesini biliyor musunuz?


Bu ters lale bir üstte,son resimde,suyun etrafındaki sütunlardan birinde yer alıyor.Rivayete göre cami arsası içinde bir lale bahçesi varmış ve bu bahçenin sahibi kadın arsayı vermek istememiş.Uzunca bir aşamadan sonra bahçe sahibi kadın şartlı olarak arsayı satmış.Şartı ise lale motifiyle bahçenin yaşatılmasıymış.Mimar Sinan bu şartı yerine getirmiş.Bu lale motifi bahçeyi temsil etmekte ama özellikle ters olması ise kadının tersliğini göstermekteymiş.Ayrıca camide ters lale dahil 101 lale motifi bulunmakta.Kibarca bir sitem eylemiş büyük mimar:)
Bu resimler size belki fikir verir.İstanbul'a bu kadar yakın bir tarihi görmek için merak yaratır.Edirne istanbul arası ortalama 220 km.Günübirlik gezmeler için ideal bir yer.Şiddetle tavsiye ederim.Unutmadan  ciğer yemeden bir de çarşıdaki kahveciden bir paket kahve almadan gelmeyin.Sevgiler...

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Format İstiyorum...

Gönderen Eleneda zaman: Pazartesi, Mayıs 02, 2011 0 yorum
Baharın geç gelmesinden midir nedir bir yorgunluk hali hakim bu aralar bende.Havalara ayak uyduramayan bendeniz bir yatası ruh hali içinde yuvarlanıp gitmekteyim.Bu nedenledir ki aynı bilgisayarlardaki gibi bir format istiyor hem bedenim hem beynim.Baharı beklerken şöyle temiz bir evle karşılayım güneşi derken daha da yorulmuşum da farkında değilim.Evde küçük bir tadilat ve küçük küçük değişiklikler,alışveriş çiçek böcek derken zaman  su gibi geçmiş.Sonuç mu peki mehter marşı misali 2 ileri 1 geri...Eve her usta girdiğinde olan durum hakim yine.Bir kerede oldu dediğimiz birşey yoktur zaten.İllaki herşey bir kere değişmeli, boyaya gitmeli ya da baştan yeniden dikilmeli.Bu ustalar bana mı denk gelir ya da ben arıza bir müşteri miyim bunu da her zaman sorgularım zaten.Yine beklemede bir Elif ve yarım kalmış havada bir ev durumu.Gel de bunalma.
Güzel anlar yok mu tabi ki var.Kızım bu karışıklık içinde büyüyor ve bana yardım etmeye çalışıyor.Her suratım asık durumda gelip bir şebeklik yapıp şaşırtıyor.Aslında annesine en büyük dersi veriyor.'Hayatta benden daha önemli ne var anne?' diyor o minicik aklıyla ama annenin bunu anlaması geç oluyor işte.Şükretmek ne kadar önemli.Ama neden bunu bir hırpalanmadan sonra anlıyorum ki...Çok kızıyorum kendime çok....

12 Nisan 2011 Salı

Nasıl Yani...

Gönderen Eleneda zaman: Salı, Nisan 12, 2011 0 yorum
'İki ucu ....değnek' der ya büyüklerimiz.İşte tam öyle şu an bahsetmek istediğim durum...Dün sabah tvde bir programda konuktu Sağlık Bakanı...Konu kadın-anne-çocuk-bebek- doğum vs....İyi güzel hoş herşey.Bilgilendirmeler iyi.Normal doğum en doğru olan,gereksiz sezeryan tü-kaka.Ona da tamam.Hem de sonuna kadar.İlk 6 ay sadece anne sütü.Eyvallah.Ona da itirazım yok zaten.Ama bir problem var çalışan anneler ilk 6 ay sadece anne sütü nasıl verecek?Cevap: Sağıp buzluğa koyup sonra ıstıp biberonla kaşıkla vs...diye uzatılabilir ama ben uzatmak istemiyorum artık hele anne olduktan sonra hiç hem de...
Çalışmayan bir anne olarak bu durumdan etkilenmiyorum.Kızımı sıkıştırılmış zamanlarda emzirmiyorum.İş yerinde size tuhaf gözlerle bakan insanların arasında sütümü sağmıyorum ya da süt sağmak için ayrıldığınız molalarda 'Daha bitmedi mi?' gibi üstü kapalı altı çok derin cümleler duymuyorum.İçime sine sine kızıma doya doya en önemli şeyi yapıyorum.Aslında bana yapmam için fırsat verdi özel sektör nasıl mı tabi ki beni işe almayarak.Başımdan geçen iş arama hikayemi anlatmıştım.Etik mi hem de hiç değildi ama yaşandı mı yaşandı.Hala bu tarz konuşmalar iş hayatında var mı var.Bakanın konuşmalarını dinleyince aynı yerde yaşamıyoruz herhalde dedim.Herşey o kadar toz pembeydi ki...Bir kere doğum izniniz yaklaşık 4 ay.Tabi doğum yaptığınız tarihte bunu etkiliyor.Normal şartlarda bebeğiniz en iyi 4 aylıkken işe geri dönmek zorunda kalıyorsunuz ama en iyi durumdan bahsediyorum.Geri kalan 2 ay için ücretsiz alma cesaretini gösterebilir misiniz peki hele de özel sektörde.Hadi cesareti gösterdiniz diyelim geri dönüşünüz nasıl olur acaba ya da dönebilir misiniz aynı iş yerine...
Twitter'dan da soruları kabul ettiler programda (Bu arada program TRT'deki Gülben Ergen'in programı yazmayı unutmuşum da.)Benim de en merak ettiğim bu konuyu bir hemcinsim sordu.Alınan cevap şok etkisi yaptı.
Soru:İlk 6 ay anne sütü diyorsunuz ama çalışma bakanlığı 2 ay sonra işe dön diyor?
Cevap:Süt izni saatini 1 saatten 1.5 saate çıkardık.Yol katettik.(yarım saatle ).Dengede tutulması gereken bir durum.Süt izni uzarsa özel sektör kadın istihdam etmez.(Bakınız şekil 1a :etik mi değil mi).Ne güzel ne kadar çözüm dolu cümleler değil mi?Ne işiniz var çalışma hayatında oturun evinizde yok ben oturmam üretmem lazım derseniz alın size ceza.Arz-talep meselesi ya bu durum.O 1.5 saati kullandığınız meçhul.Bankacılık hayatımda az şahit olmadım süt izni olaylarına.Anne olmuş kadınların bile anlayışsızlıkları yüzünden ağlayan sayısı hiç de azımsanmayacak anneler gördüm.
Şimdi çalışmıyorum ama çalışan çocuk sahibi hem de emzirme döneminde olan 2 arkadaşım var.Bunlardan Nihan'dan daha önce de bahsetmiştim.2 çocuk sahibi Duru ve Ömer'in annesi...Ömer yaklaşık 3 aylık oldu.Hala emiyor çok şükür.Duru'da daha erken işe başlamıştı ama Ömer'i en azından 6 ay emzirmek istiyor.Bunun için de bin takla atıyor resmen arkadaşım.Süt iznini birleştirdi yetmedi bir de ücretsiz izin alacak karşılaşacağı tepkiyi bilmiyor.Endişelerini,duygularını,korkularını o kadar iyi anlıyorum ki...Sağlık bakanı'ndan da bu cümleleri duyduktan sonra çok daha iyi anladım arkadaşımı...Özel sektör zaten 1-0 önde başlıyor bu cümlelerle.Siz kime neyi şikayet edeceksiniz?
O nedenle 'Emzirme Reformu Gerekli' diye yırtınıyor kadınlar.Lütfen siz de destek olun.Olun ki bu cümleleri bir daha duymayalım,bir daha tartışmayalım.En önemlisi hesapla kitapla değil doya doya emzirelim.
Sevgiler herkese.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Yine,Yeni,Yeniden...

Gönderen Eleneda zaman: Pazartesi, Nisan 11, 2011 0 yorum
Şu blogların kapanması olayı var ya resmen yılan hikayesine döndü.Hele blogunuza girmeye çalıştığınızda 'Mahkeme kararıyla...'diye başlayan yazı insanın sinirlerini alt üst ediyor.Israrla ve sabırla bekledim ama buraya kadar.Okuduğum şu haber zaten boşuna beklediğimin en büyük göstergesiymiş de haberim yokmuş...Şimdi de 'r' harfini bekleriz canım ülkemde.Güler misin ağlar mısın işte tam trajikomik...
E şimdi nasıl yazıyorum peki?Herkesin yaptığı gibi DNS ayarlarını değiştirerek.Daha önce başka bir siteye giremediğimde yapmıştım böyle bir şey.'Yok dedim bu sefer sabırla bekleyeceğim' ama sınavı geçemedim yine. Bu arada ne yaptım peki blogu wordpress adresine aktardım ama bir türlü yazmak gelmedi içimden.Herşeye rağmen azimle yazmaya devam eden arkadaşlarımı takip ettim,yeni anneler yeni bloglar keşfettim.'Her işte hayır vardır' denilen özlü söz hayatımın her evresinde beni yanıltmadı:)Çok bereketli geçti yani bu kapatma olayı.Çok şey öğrendim keşfettim bol bol da fotoğraf çektim.Tabi ki en çok fotoğraf Eda'ya ait.Zamanla paylaşırım inşallah yine bir aksilik olmazsa...

26 Şubat 2011 Cumartesi

Betül Mardin'den Öğütler...

Gönderen Eleneda zaman: Cumartesi, Şubat 26, 2011 0 yorum
Başlık öğüt olunca ben de tüm internet sitelerindeki modaya uydum ve yanına hemen bir tane gül resmi koydum:) İlk çektiğim gül resmi olması nedeniyle de manevi değeri yüksektir bende:) Sözkonusu bir kadın da olunca en güzel çiçek olan(bana göre tabi) sarı gül yakışır yanına dedim. Bu kadar detaydan sonra gelelim bir duayene...
Betül Mardin...Çoğumuz tanırız ya da adını muhakkak bir yerde duymuşuzdur.'Yok ben onu da duymadım' derseniz hemen birkaç kısa bilgi vereyim kendisi hakkında....

1926 İstanbul doğumlu bir Halkla İlişkiler duayenidir kendisi.Kökleri Hz. Muhammed (S.A.V) 'in torunu Hz. Hüseyin (R.A) 'a kadar gittiği iddia edilen bir Osmanlı ailesi olan Mardin ailesinin 2. çocuğudur.Ünlü müzik yapımcısı Arif Mardin'in ablası  ve ünlü tiyatrocu Haldun Dormen'in de eski eşidir.Dolayısıyle de yaptığı röportajları olay olmazsa şaşırdığım gazeteci Ayşe Arman'ın da kayınvalidesidir.Sayısız insan kazandırmıştır iş dünyasına.Ne zaman kendisi ile ilgili bir haber görsem okumadan geçmemiş,çıktığı tv programlarını da zevkle izlemişimdir.İşte böyle başarılı bir kadının öğütlerini kulak arkası etmemiz mümkün değildir herhalde...Ne zamandır paylaşmak istemiştim vakit bu vakitmiş demek ki...
  • Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.
  • Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.
  • Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini update et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.
  • Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: One problem less! (Bir problem eksik!)
  • Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.
  • Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!
  • Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesela benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.
  • Olumlu olacaksın.
  • Bazı şeyleri kabul edeceksin. Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.
  • Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği ve şerefsizliği olduğunu bileceksin!!
Son madde süper değil mi:)Bir o kadar da içten...

Herkese sevgiler...

25 Şubat 2011 Cuma

Eda'dan Bir Kitap Daha...

Gönderen Eleneda zaman: Cuma, Şubat 25, 2011 2 yorum
Bugün güne çok güzel haberlerle başladım.4.bebeğimiz Ela şok bir kararla aramıza gelmeye karar vermiş.Anne sezeryan beklerken o inatla hayır ben normal şekilde geleceğim demiş,annesini de hiz üzmeden bir çırpı da 'merhaba' demiş bizlere.Belli ki kızımız sürprizleri seven bir çocuk olacak:) Hayatı boyunca hep güzelliklerle karşılaşsın Ela bebeğimiz...Hep şanslı olsun...
Gelelim başlığımızdaki esas konuya.Bugün çok sevdiğim bir çocuk kitabını paylaşacağım sizlerle.Ne yalan söyliyeyim Eda'dan daha çok anne beğendi bu kitabı.Anlat anlat bitmez aç tırtıl. O kadar yalın bir anlatımı ve çizimleri var ki birden küçük bir çocuk olasınız geliyor.Kitap öyle içine çekiyor sizi.Bizim tırtıl o kadar aç ki doymak bilmiyor. Bu esnada sizlere sayıları ,meyveleri ,günleri öğretiyor.Sonunda o kadar çok yemek yiyor ki karnı ağrıyor.Sonra kocaman olup güzel bir kelebeğe dönüşüyor.(Kitabı okumuş kadar oldunuz herhalde).Yazarı Eric Carle.Kitap 47 dile çevrilmiş ve 30 milyondan fazla satmış.Ayrıca kitabın 40. doğum gününde google güzel bir sürpriz hazırlamış ve açılış logosunu bizim aç tırtıla göre düzenlemiş:)
Bir kitap hem bu kadar renkli olup hem de nasıl bu kadar yalın ,duru olabilir diye şaşırdım Eda'ya okurken.Eda da kitaptaki farklılığı anladı.Özellikle bazı sayfalarındaki meyve figürlerini daha çok sevdi.(Bizim aç tırtıl çok aç olduğu için meyvelerde hep delikler vardı)
Aslında kitabın sonundaki mesaj herşeye değer.Herşey değişebilir,çok çirkin denilen şeyler bile zamanla dönüşüm geçirip çok güzel varlıklara dönüşebilir.Olduğumuzu sandığımız kişiden çok farklı çok güzel kişilere dönüşebiliriz.Neden olmasın...Umut dolu bir kitap 'Aç tırtıl'...
Çocuğunuz için kütüphanenizde bir tane yer almasını tavsiye ederim.Başta da dediğim gibi ben daha çok beğendim şimdilik.Belki Eda da biraz büyüyünce 'Anne lütfen aç tırtıl'ı okuyalım'der mi?O günleri sabırsızlıkla bekliyorum:)

13 Şubat 2011 Pazar

Ömer'in Şekerleri Aynı Kendisi Gibi...

Gönderen Eleneda zaman: Pazar, Şubat 13, 2011 1 yorum
Ömer aramıza geleli 1 ay olmuş ne çabuk geçmiş yine zaman...Üniversitedeki dostlardan Nihan'ın 2.bebeği,bebeklerimiz arasında 3. bebek ve ilk erkekimiz Ömer:)Yaklaşık bir ay sonra yine bir kız gelecek aramıza:Ela...Sağlıkla neşeyle inşallah...Arkadaşlarımın her bebeği ile bir kez daha teyze olma heyecanını yaşıyorum.Hepsinin ayrı bir geliş hikayesi var onları dinlemek gün saymak hiçbir kelimeyle tarif  edilemez.Bu sefer bu tarifsiz heyecana bir de şeker yapımıyla ortak oldum.Nihan doğumu nerdeyse bankada yapacak kadar çalıştığı için bir türlü kendi yapma fırsatı bulamadı. Benimle paylaştığında bu durumu hiç düşünmeden yapmak için atladım.Bebek şekeri hastalığımı da bilirler zaten.Bebek erkek olunca nedense şöyle süslü püslü şeyler yapmak tuhaf geldi bize...Kız çocuklarında süsün dibine vurduk resmen:)Bu sefer ağır olalım dedik bir de anne bebek figürlü şeyler istemedi,ortak kararla anahtarlıkta karar kıldık.Ama çok güzellerdi.Ortaya karışık 5 çeşit yaptım.Çok içime sindi hele anne ve anneanneninde beğenilerini alınca deymeyin keyfime:) İşte o şekerlerden bir kaç örnek size...










Bir de sepetimiz var tabi.Yine annemizin sadelik isteği ön plana çıktı.Hazetmedi arkadaşım tüllü müllü şeylerden:)Benim de içimden böyle birşey yapmak geldi.Sağolsun Nihanım da herşeyi çok beğenip beni bir gaza getirdi ki sormayın gitsin:)





Şimdi ise karşınızda şekerlerden daha tatlı küçük prensimiz Ömer...



Ne annesine ne de babasına benzemeyen bu sırıtık prens gaz sancılarıyla annesini üzse de bu gülümseme herşeye değiyor galiba .Bir de Ömer'in bir ablası var ki Duru,o hala Ömer'in nereden gelip de annesinin kucağına konduğunu çözmeye çalışıyor.



Bu kuzu hem ailesine hem de Elif Teyzesi'ne şans getirir inşallah.Ben anahtarlığımı taktım bile.(Favorim atlı olandır).Kim bilir belki, teyzesine yeni kapılar açar bu anahtarlık.Ben de buradan paylaşırım.
Sevgiler herkese...




10 Şubat 2011 Perşembe

Haberler....

Gönderen Eleneda zaman: Perşembe, Şubat 10, 2011 0 yorum
Malumunuz erken kalkan bir kızım var.Her bebek böyledir düşüncesini yerleştirdiğim için kafama malumunuz diyorum. Aksini düşünmek bile istemiyorum çünkü.(Yoksa piyango bana mı vurdu onu da bilmiyorum).Neyse bu canavar erken kalkınca otomatik olarak anne de erken kalkar ve böylece gün erken başlar.Sırasıyla bütün kanalların sabah haber programları izlenir.Çünkü Eda kalkar kalkmaz biriktirdiği enerjiyi oyuncaklarında harcamaya başlar hem de gece yatmadan önce kaldığı yerden:) Gerçekten gözlemledim kaç kez hem de.Gece yatmadan önce en son hangi oyuncağıyla oynadıysa sabah da uyanınca ilk iş aynı oyuncağına gitmek oluyor.Sizi bilmem ama bu her seferinde bana komik geliyor.(Yine konu dağıldı).
Eda oyuncaklarına dalmış ben de bu haberleri izlerken yine güzel şeyler öğrendim.İlk kez meclisteki kadın milletvekillerimizin bir işe yaradığını düşündüm mesela.iki kadın milletvekilimiz tecavüz suçlularının hadım edilmesi ile ilgili bir yasa tasarısı hazırlamışlar son şekillerini vermek için çalışıyorlarmış.Kendimi garip hissederek çok sevindim.Gerçi tecavüz suçunu tekrarlamış suçlulara yani hastalara bu yapılacakmış ama bu bile bir adımdır.Yurt dışında bir çok ülkede bu yapılmakta  özellikle A.B.D başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinde. Gün geçmiyor ki gazetelerin 3. sayfalarında bir tecavüz haberi okumayalım ya da çocuklara yapılan cinsel istismar olaylarına tanık olmayalım. (ki anne olduktan sonra daha bir canımı acıtır oldu bu pedofili hastalarının aramızda dolaşması) Biz de çanak tutuyoruz bu hasta insanlara. Nasıl mı? Eskiden küçücük çocuklara makyaj yapıp büyükleri taklit etmeleri bana değişik hatta eğlenceli gelirdi.' Ay şu fırlamaya bak nasıl da güzel yapıyor' derdim. Şimdi ise tüylerimi diken diken ediyor. Çünkü o bizim eğlenceli yetenekli diye adlandırdığımız çocukların bu hallerinden farklı uyarılar alan hastalar maalesef aramızda .Bakınız Vog dergisinde yer alan fotoğraflara...Milliyet gazetesinde bir haber yer almıştı bunula ilgili.Bu 6 yaşındaki kızlardan biri benim kızım olsa böyle bir çekimde yer almasına izin verir miydim.VERMEZDİM. Hem de kesinlikle...Anne olduktan sonra hele kesinlikle HAYIR...Daha doğrusu mantıklı bir neden bulamadım bu fotoğraflar için...(Fotoğraflardan örnekler koymadım burada yer alması bile rahatsız etti beni aslında) Sonuç, yasa tasarısının hazırlanıp kabul edilmesi için canı gönülden dua ediyorum.Kabul edildiğinde yine buradan paylaşırım umarım..
Gelelim diğer bir güzel habere  Türkiye'de doğan bir fil yavrumuz var artık:)Gerçekten çok sevimli  bir görseniz izlemenizi tavsiye ederim.Bu haberde ilginç gelen bir şey vardı o da hamilelik süreci...(Anne olduk ya için de doğum hamilelik anne bebek kelimelerinin geçtiği herşeye kulak kabartır oldum) Bu sürecin ciddi anlamda uzun olduğunu biliyordum ama tam gününü bilmiyordum zaten mantık olarak 110 kilo doğan bir canlının oluşum ve büyüme evresi uzun olacaktır elbette ama bunun 610 gün olduğunu bilmiyordum.Amanın  dedim birden ne kadar uzun bir süre...Gerçi insanoğlu yaklaşık 280 günde ortalama 3 kilo doğuruyorsa fillerde inanılmaz bir metabolizma var demektir.Bunu da bilgi bankamıza ekleyelim hemen:)
Şimdililk benden bu kadar...Güzel haberler alarak güzel güzel günler geçirmemiz dileklerimle...Sevgiler herkese...

7 Şubat 2011 Pazartesi

Tatil Notları:Sokakağzı...

Gönderen Eleneda zaman: Pazartesi, Şubat 07, 2011 2 yorum
Ne dalga geçmiştim ismiyle...İsminde hayır yok kendisi nasıl olur acaba diye meraklanmadım değil...Eda'ya hamileyken yakın arkadaşımızın tavsiyesi ile gitmiştik.Öve öve bitirememişlerdi bir de birkaç günlük (kötü mü kötü) Erdek macerasından sonra oraya da uğrayalım bakalım demiştik.İyi ki de uğramışız diyoruz şimdi.Öyle ki Eda doğduktan sonra da ilk yaz tatilimizde soluğu yine Sokakağzı'nda aldık.Nerede mi bu Sokakağzı?Hemen başlıyorum anlatmaya...
Assos' un 15 km. batısında Koyunevi Köyü' nün sahili olan Sokakağzı mahallesi burası...Evet küçük bir köy aslında burası ama cennet bence.Egeli teyzelerle bol bol şive geliştirirsiniz burada.Karşınızda Midilli adası önünüzde masmavi berrak bir deniz,denize sıfır moteller,akşam bol bol balık ve hastası olduğumuz kabak çiçeği dolması...Şehir hayatından uzak,huzuru ciğerlerinize kadar çekiyorsunuz.Bizim gibi 5 yıldızlı otelleri,animasyonları sevmeyen biriyseniz sizin için bingo bir yer derim.Biz sokakağzı motelde kalmıştık.Çok hijyen aramazsanız tavsiye ederim:) Gerçeği söylemek gerekirse hayatımda böyle sakız gibi çarşaflarda yatmamıştım ama tek sorun yapı eski olması.Bir aile işletmesi zaten burası,hizmet fena değil en azından sizi evinizde hissettiren insanlarla dolu.Örneğin Eda'ya tarhana çorbası yapmak istedim,tüm motel seferber oldu çorba için....
Konu Ege olunca zeytin ağaçlarını zeytinyağlarını nasıl atlarım.Adım başı zeytinyağcı var zaten ama tavsiyem araştırmadan tavsiye almadan gitmeyin derim.Biz şans eseri güzel bir zeytinyağı aldık hangi marka olduğunu da unuttum yazmayı çok isterdim.Bu da bizim zeytin ağacı yemeye çalışan edoş:)

Kaldığımız motel aynı zamanda işletenlerin eviydi.Dolayısıyla bahçelerinde bir sürü koyun tavuk vardı.Bu durumdan en çok edoş memnundu.Hareket eden her yeni canlıya şaşkınlıkla baktı:)

Motelin olduğu yolun 2 metre sağı deniz zaten.Denize girmeyi sevmeseniz bile kitabınızı gazetenizi alıp  dinlenmeye çekilebilirsiniz.Zaten motele gelen tatilcilerin büyük bir kısmı oraya her yaz gelen müdavimler...Hatta her yaz oraya gelip aynı sandelyeye oturup aynı odada kaldığını anlatan yaşlı bir çift vardı ki neşe kaynağımızdı:)




İnsanoğlu 2 gram güneş görmesin hemen hayal kurar yazla ilgili...Ben de öyle oldum galiba.Sanırım bu sene de bize sokakağzı yolları görünüyor.Özellikle çoluklu çocuklu olunca öncelik hep yavrukuşlar oluyor. Onun rahatı demek anne-babanın rahatı demek.Sizce Eda tatilden memnun kalmış mı:)


Not:Ulaşım hakkında küçük tüyolar vermeden geçemeyeceğim.Tavsiyem Bandırma'ya feribotla geçin. Oradan karayoluyla devam edin.Zira biz gidişi böyle yapıp dönüşü karayoluyla dolana dolana geldik.Sonuç pestil bir anne ve Eda.Şoför babayı siz düşünün:)Tek avantajı Çanakkale'nin içine uğrayıp aldığımız kızarmış höşmelimlerdi.Kızarmışını ilk kez deneyince bununla avuttuk kendimizi napalım:)
Sevgiler herkese...



3 Şubat 2011 Perşembe

Osmanlı'dan Dipnotlar....

Gönderen Eleneda zaman: Perşembe, Şubat 03, 2011 0 yorum
İyi ki şu 'Muhteşem Yüzyıl' dizisi başladı diyeceğim nerdeyse..Dizi sayesinde ne kadar çok şey öğrendik.Özellikle Topkapı Sarayı hakkında...Diziyi izleyenler ilk bakışta sarayda çekildi izlenimine kapılıyorlar ama çok yüksek bir bütçeyle Topkapı Sarayı'nın birebir kopyası yapılmış platoya...Şaşırdım ne yalan söyliyeyim.Bunun üstüne bir de iyi bir tarihçi olduğuna inandığım Hakan Bayrakçı'yı bir tv programında bilgiler aktarırken görünce de kaçırmadım ve de burada paylaşmak istedim açıkçası.Neler öğrendim neler.Belki de ben geç kaldım öğrenmek için.O kadar Osmanlı Tarihi hakkında kitap okurum derim kendime.Meğerse okumam gereken daha çok kitap varmış...
Neler mi öğrendim peki
  • Aslında bugün Topkapı Sarayı diye gezdiğimiz yerlerin aslında sarayın mutfak,çalışanların kaldığı yerler gibi bölümler olduğunu,
  • Topkapı Sarayı'nın yapımında orada daha önce bulunan Bizans'tan kalma binanın sağlam tuğlalarının kullanıldığını,
  • Fatih Sultan Mehmet zamanında yapımına başlandığını ve ondan sonra gelen padişahların sürekli saraya yeni odalar eklemesi nedeniyle sarayın farklı farklı kubbelere sahip olduğunu,
  • Yavuz Sultan Selim'in Osmanlı'nın en cimri padişahı olduğunun ve hazinenin ağzına kadar dolu olmasının en temel nedeninin bu olduğunu,
  • Yavuz Sultan Selim'in cimriliği nedeniyle bazı ustalara bile para ödemediğini ve Süleyman'ın tahta çıktığında ilk yaptığı işin babasının döneminde mağdur olan insanlara parasını ödemek olduğunu,
  • Son padişaha kadar hazine ile ilgili yerlerde Yavuz Sultan Selim'in mührünün kullanıldığını (Ki bu 1. Selim'den daha çok hazineyi dolduran bir padişah çıksaydı onun mührü kullanılacaktı.1. Selim'in isteği böyleydi.)
  • Yavuz Sultan Selim'in babası 1.Beyazıd'ı yeniçeri ayaklanması çıkartarak tahtan indirdiğini ve Süleyman'ın da hep bu korkuyu taşıması,bu nedenle oğlu Şehzade Mustafa'yı öldürttüğünü,(Hürrem Sultan'ın tetiklemesini de atlamamak gerekir tabi)
  • Cellatların hepsinin dilsiz olduğunu,
  • Sarayda 1. erkek çocuktan sonra doğan bütün erkek çocuklarda öldürülme korkusunun olduğunu,
  • Şehzadelerin ilk olarak Amasya,Trabzon gibi yerlere vali olarak gönderildiğini,
  • Kanuni Sultan Süleyman'ın  tek erkek çocuk olduğunu,(bence ne kadar büyük bir şans)
  • Şehzadelerden tahta oturanın diğer kardeşleri yok ettğini,
  • Bu yok etme işleminin genelde boğma işlemi ile yapıldığını,
  • Şeklin boğma olmasının sebebinin padişah soyundan gelenlerin kan akıtılarak öldürülemediği
gibi daha bir sürü bilgi ama kesin kaynaklara dayanmayanları paylaşmadım burada.Bazıları çok ilginç gelmiş hatta çok şaşırmıştım.Özellikle son madde tüylerimi diken diken etmişti.
Sonra kendi arşivime şöyle bir göz attım.(Gezdiğim gördüğüm yerleri,sinemaların tiyatroların konserlerin biletlerini her zaman saklamışımdır hatta biletler de yetmez bazen oraya ait ne varsa saklamışım)En son 2005 te gitmişim Topkapı Sarayı'na.Sanırım o yarımadaya kısa bir tur düzenlemek gerekiyor.Şöyle alıcı gözle bir daha bakmak gerekecek sanırım bu kadar bilgiden sonra...

23 Ocak 2011 Pazar

Etik mi Değil mi?

Gönderen Eleneda zaman: Pazar, Ocak 23, 2011 0 yorum
Anılarım geldi aklıma yine bir telefon görüşmesinden sonra...Çok yakın bir arkadaşımın eşi şu an iş arama döneminde ve bu süreç bana göre uzun oldu.Bana göre diyorum çünkü özellikleri iyi elemandır kendisi:)Yüksek lisansı,dili,bilgisayarı,iş deneyimleri....Bu listeyi daha da uzatırım...Üstelik en önemli özelliği ERKEK!!!Evet erkek-kadın ayrımı her zamanki gibi iş dünyasında da karşımıza çıkar özellikle işe alım sürecinde önemli bir faktördür.Bunları bankadan ayrıldıktan sonraki iş arama döneminde bizzat yaşamış bir insanım.Çünkü görüşmeye gidip de muhtemelen olur bu iş dediğim bütün işlerde sonradan öğrendim ki yerime tercih edilen aday aynı yaş döneminde aynı eğitim düzeyinde ama ERKEK ve BEKAR!!!Bakın bir büyük harfle yazılan bir özellik daha çıktı karşıma...BEKAR!!!Biz kadınlara nedense 'Bu hemen çocuk doğurur' diye bakıldığı için...Bakıldığı kelimesi az gelir.Gittiğim görüşmelerden çıkardığım istatistiki sonuca göre( e ekonometri okuduk bi faydasını görelim) 15 iş görüşmesinin sadece 1 tanesinde 'Elif Hanım ne zaman çocuk yapmayı düşünüyorsunuz' sorusuyla karşılaşmadım. O kadar şaşırmıştım ki görüşmeden çıktıktan sonra 'Bu görüşmede bir eksiklik oldu' cümlesini kurmuştum. Hatta iyi bir bankanın yüksey düzeyli bir müdürü görüşmede bana Türkiye'deki çalışan kadınların 2 sene evli kaldıktan sonra 3. sene içinde çocuk doğurduğunun,benim de bu çocuk doğurma döneminde olduğumu söylemişti.Çok şaşırmıştım ve bir o kadar da utanmıştım.Nedenini bilmiyorum açıklayamıyorum yada kelimelerle ifade edemiyorum ama kelli felli adamların karşıma geçip ne zaman çocuk yapmayı düşünüyorsunuz diye sorduğunda gerçekten verecek cevap da zorlanıyordum. Yani önceliğimin iş olduğunu,çocuk planının şu an gündemimde olmadığını kibar bir dille açıklamaya çalışıyordum ama karşındaki insanı bu konuda nasıl ikna edileceğini inanın hala bilmiyorum.Evet yönetici olsam ben de birlikte çalışacağım insanların beni yarı yolda bırakmasını istemem.Böyle bir endişem varsa da evli bayanları görüşmeye çağırmam.Bu zaman kaybı değil mi sizce?Direk bekar erkekleri hadi araya da birkaç tane bekar bayanı (Görüntüde eşitlik olsun diye)  alarak yaparım mülakatlarımı.Mülakata katılan her iki taraf için  de kolaylık olmaz mı?
Bir gün tvde izlemiştim.Ünlü bir İK'cı da benim gibi aynı soruyu soruyordu.Etik mi değil mi?O etik olmadığı taraftarıydı.Ben de iş arayan kısmından bakınca aynı görüşteyim aslında ya da şöyle diyeyim.Verilen cevaplarla ikna edicilik yüzdesi en düşük özel bir soru çeşidi...Bekarken gittiğim 2. iş görüşmesinde işe alınmıştım.O nedenle cahilim kusura bakmayın ama bekar bayanlara da ne zaman evlenmeyi düşünüyorsunuz gibi bir soru soruluyor mu acaba?Çünkü evlenince de 'Eşim çalışmamı istemiyor' dilekçesiyle ihbar süresi falan beklemeden ertesi gün işe gelmeme hakkınız var.Hem de çatır çatır da tazminatınızı alarak...Gerçekten merak ettim şimdi...Bekar bayanlara ne gibi saçma sorular soruluyor acaba.....

20 Ocak 2011 Perşembe

İlk Doğum Günümüz...

Gönderen Eleneda zaman: Perşembe, Ocak 20, 2011 0 yorum
Ve bu da ilk pastamız...Pardon pasta demek haksızlık olur değil mi? Benim gözümde sanat eseri:) Tabi insanın emeği de geçince bu esere daha bir başka oluyor. Kaç kare fotoğrafını çektim hatırlamıyorum.Yeme de yanında yat denilen şey bu olsa gerek:) Çok içime sindi.Tabi büyük emeği geçen Kübra'ya da teşekkür etmeden geçemiyeceğim. Portföyünde daha ne pastalar var bir bilseniz...
Pastamızın şeklini aylar önceden belirlemiştim aslında.Konsepte uygun tabi ki kelebek olacaktı ama nasıl yapılır diye de düşünmeden edemiyordum.Doğum günü alışverişi için gittiğim eminönü gezisinde de kelebek kalıba rastlayamayınca yapacak birşey yoktu.4 adet hazır pasta kekinden işte bu rengarenk kelebek ortaya çıktı.Daha ne cümleler kurarım pasta üstüne ama sıkmıyayım daha fazla...Herşeyin ilki daha  bir heyecanlı oluyor işte..Acaba nasıl olacak diye kendimi yedim bitirdim olsun o kadar değil mi?


                  Bir de cupcakelerimiz var tabi.Bu sefer şekil olarak daha başarılıydı itiraf etmeliyim....



Aile büyüklerimiz,sevdiklerimizle güzel bir doğum günü geçirdik.Eğlenceliydi.En azından yeğenlerim,mıstık ve edoş sıkılmadılar arıza çıkarmadılar.Balonlarla oynayıp durdular.Hele Edoş beklediğimden daha iyi bir performans çıkardı.Uyku zamanına denk gelmesine rağmen çok mutluydu.Babamızla dans bile ettiler.Galiba kendi adına birşeyler olduğunun farkındaydı.Bizim kelebek zaten ilgi alakaya bayılır.O gece de sevgi kelebeği oldu çıktı işte:)






Gecenin sonunda bizim de misafirlerimize küçük hediyelerimiz vardı.Minik kelebeğimin resminin olduğu çerçeveler hazırladım,sevdiklerimizle paylaştım.Onların yüzündeki gülümsemeleri,dudaklarından dökülen 'ne kadar güzel olmuş,ne iyi düşünmüşsün' kelimelerini duyunca yorgunluk bir anda silindi,yerini kocaman mutluluğa bıraktı.


Bu güzel günümüzde yanımızda olan,yardımlarını esirgemeyen herkese çok çok teşekkürler.Herkes çok keyifli ayrıldığına göre birşeyler güzel olmuş demektir.Gecenin ortak bir cümlesi vardı:'Ne çabuk 1 sene oldu'...Hep aynı cümleyi duyunca zaman hiç geçmesin istedim birden...Yaşlanıyorum galiba ya da annem haklı çıkıyor yine ,'anne olunca anlarsın' sihirli cümlesi vuku buluyor..

19 Ocak 2011 Çarşamba

Ve Nihayet....

Gönderen Eleneda zaman: Çarşamba, Ocak 19, 2011 0 yorum
Yine ipin ucunu kaçırmışım ayrılıkta...Günler günler olmuş yazmayalı.Halbuki o kadar çok  not alınmış yazı var ki ama bir araya getirecek elif yok ortada...Birikmişliğin vermiş olduğu bir patlama durumu hakim tabi.Çok hareketli ve bereketli bir dönem geçirdim aslında.Başta minik kelebeğimin doğum günüydü mesela.Sonra minik Ömer geldi aramıza.(Annesi start dediği anda şeker çalışmaları başlayacak ve büyük bir keyifle buradan paylaşacağım inşallah.)Araya bir de kısa bir uludağ gezisi sığdırdık (Ahmet amca ve Kübra teyzeyle)ki en keyiflisiydi aslında çünkü Edoş'un karla ilk buluşmasıydı,güzel mi güzeldi mıstık olsaydı daha da güzel olurdu.Bir de lise arkadaşlarıyla buluşma vardı tabi.Çocukların yaşları ay farkıyla olunca tam bir oyun grubu,keyifli bir buluşma oldu. Hala tebessüm ederek yazıyorsam bu yazıları hepsinden keyif almışım demek ki...Daha da önemlisi Eda hanım bu hareketin içinde tempoya öyle alıştı ki sabah uyandığında artık direk dış kapıya gidiyor siz düşünün artık:)
Babamız harekete devam etti soluğu yurt dışında aldı,gelmesine de saatler kaldı nihayet.Edoşla dört gözle bekliyoruz:)
Aslında bu kadar yazamamın sebeplerinden biri de bilgisayar arızalarımdı.Emektar Hp'mi aşağılayıp rengine kanıp aldığım Toshiba bilgisayar daha 1. ayında yarı yolda bıraktı beni.Allah toshiba servisin eline düşürmesin zaten,kavga etmeden bilgisayar tamir edilmiyor galiba.Tabi içindeki resimler falan da gitti hadi onlar yedekliydi de  en çok eda doğduğundan beri tuttuğum günlüğe acıdım.İlk diş,İlk anne,ilk emekleme,İlk,İlk,İlk...hepsi gitti şimdi hafızamı zorlayarak olaylardan tarihleri çıkarmaya çalışıyorum. Astrolojiye çok fazla inanmam ama bazen takılır dinlerim.İşte o dinlemelerimden birinde gezegenlerin bazı konumlarından dolayı elektrikli aletlerin bozulacağını söylediler ertesi gün 2 bilgisayar bir de telsiz telefon bozulmasıyla karşı karşıya kaldım:( Şimdi gel de etkilenme...
Neyse şimdi güzel haberler ve güzel resimlerle devam edeceğim.Aman bilgisayarım bozulmadan bir an önce ben çalışmalara başlıyayım nolur nolmaz...

7 Ocak 2011 Cuma

İçim Dışım Tarih...

Gönderen Eleneda zaman: Cuma, Ocak 07, 2011 2 yorum
Toz kokan herşeyi severim.O toz kokusu buram buram tarihi hatırlatır bana.(Bir de Beyazıt Kütüphanesini...)Oldum olası favorimdir  tarih dersleri,tarih içinde biyografi bir de...Bazen dozunu kaçırdığım da olur ne mutlu ki...Ne mutlu ki diyorum çünkü inanılmaz dipnotlar dersler çıkar tarihten.
Hepimizin bir tarihi yok mu aslında yaşanmışlıklarımız mesela bu da bir tarih değil mi?İlla önemli bir devlet adamı yada padişah ya da önemli bir yer mekan olması mı gerekiyor?Yaşadığımız dün aslında en yakın tarihimiz değil mi?Geriye dönüp baktığımız her saniye tarihin en küçük parçası değil mi aslında?İşte bu en küçük parça ne kadar büyük bir iz bırakıyor önemli olan da bu.Bir bakmışız o izler hayatımızın yönünü belirlemiş yol haritamızı çizmiş de haberimiz yokmuş.(Toz dedik nerelere geldik yine...)Bu ara yine bir iç içe olmuşum tarihle..
  • Can Dündar 'Lüsyen'e başladım.Fena gitmiyor(Kitabı bitirince daha uzun yorumlar yazarım inşallah).
  • 'Öyle bir geçer zaman ki'izliyorum.(Konusu her ne kadar sinirlerimi bozsa da annemden babamdan dinlediğim eski İstanbulu görmek,çok özlediğim üniversitemin bahçesini görmek,anfileri tekrar solumak iyi geliyor ruhuma...).
  • E İstanbul Hatırası bitti malum.İstanbul'u bir başka gözle keşfettik.İşte o keşif Eminönü alışverişinde Mercan kapalı otaparkının en üst katına sürükledi beni.Herkese şiddetle tavsiye ederim,otaparkın en üst katından bakın İstanbul'a bir de...
  • Bir de 'Muhteşem Yüzyıl'çıktı başımıza şimdi.O kadar çok reklamı yapıldı ki benim gibi tarih meraklıları ister istemez etkilenmiştir eminim.Beğendim mi 'cık'.Evet Harem dairesi hikayeleri her zaman öne çıkar etkileyici gelir ama ben Osmanlı tarihinin en gözde aralığının sırf bu konu üstüne yoğunlaşarak anlatılması taraftarı değilim.Ben aslında dizideki sahnelerden biri olan Kanuni'nin deri haritayı yere koyarak  yaptığı konuşmalardan,sadrazamlar arasındaki diyaloglardan istiyorum.Tabi Hürrem'in entrikaları da tuz biber olur o ayrı...'Meral Okay duy sesimi:)'
 Bu ara dersimiz tarih anlaşılan.Aslında yakın zaman planlarım içinde bir de fotoğraf çekimleri eklenecek bu toz kokusuna daha da güzel olacak umarım:)Kendimi kınıyorum 4 sene bahçesine bitişik okuyup da bir Süleymaniye Camii gezisi yapmadığım için...İşte o gezi beynimi kemirip duruyor en kısa zamanda yaparım inşallah...
Bu yazılara bir de fotolar ekleyerek görüşmek üzere...

2 Ocak 2011 Pazar

Aslında ben bugün doğmuşum...

Gönderen Eleneda zaman: Pazar, Ocak 02, 2011 2 yorum
Aslında ben bugün doğmuşum...Bütün tarihler yalan olmuş...
02.01.2010...Saat 07.15...Bütün zaman durmuş.Ne 15 Ekim ne de 22 Nisan hepsinin pabucu dama atılmış..O da laf mı?Bütün zaman durmuş, Eda gelmiş kucağıma konmuş...Çekilen bütün acılar yok olmuş bütün korkular bütün kötülükler kapıdan kovulmuş..Mis gibi,tertemiz bir melek konmuş...
İşte o melek bugün 1 yaşında...İyi ki doğmuş....
 

ELENEDA Copyright © 2010 Design by Ipietoon Blogger Template Graphic from Enakei