15 Temmuz 2011 Cuma

Nokta...

Gönderen Eleneda zaman: Cuma, Temmuz 15, 2011 0 yorum
22 Kasım 1991...10 yaşındaydım dayımın cenazesi eve getirildiğinde...Dün gibidir ama...Askerdi dayım 10 gün önce izinini bitirip gitmişti birliğine...Sonra...
Boğazım düğümleniyor hala aklıma gelince ve her terör haberinde baştan yaşarım o anları...Aynı dün gibi...13 can daha...Birüç nokta daha....Kaç yıldır devam ediyor terör ve üç noktası...Ne zaman bitecek umudu olan var mı?'Vatan sağolsun'...Bu kadar...Sonra bayrağa sarılı canınız size teslim ediliyor belki parçaları eksik sizin teslim ettiğiniz gibi bile değil yani....ya da dünkü canlar gibi yanmış da olabilir...Sonra konserler iptal edilir nutuklar atılır, belki şike olaylarına kapılırsınız 3-5 gün geçer hayat devam eder sizin için...Aynı kaldığınız yerden.O ailelerde öyle olmaz ama hayat orada durur hep.Sadece nefes alırlar bazen o bile ağır gelir.Keşkeleri kalır ellerinde.Keşke ile başlayan cümleler kurulur hayatlarında...
Ne söylenebilir ki daha...90-91 doğumlu çocuklar çoğu...Aslında en güzelini Zülfü Livaneli söylemiş bugünkü yazısında.Başlık her şey anlatıyor aslında...Link koymadım lütfen dikkatle okuyun.

Kasap et derdinde, koyun can derdinde

Ali, Ahmet, Ömer, Mehmet, Mustafa, Ercan, Yılmaz, Hüseyin, Yakup, Hasan, Murat, Abdullah... Sayın sayabildiğiniz kadar. Halkın erkek çocuklarına koyduğu ne kadar isim varsa alt alta sıralayın.

Göreceksiniz ki her isimden yüzlerce şehit var.

Hepsi halk çocuğu, hepsi gencecik, hepsi masum.

Dün on üç can gitti, daha önce on beş, ondan önce sekiz! Otuz yıldır her gün gazetelerde birer sayı olarak verildiler. Oysa her ismin arkasında aileler, umutlar, aşklar, geleceğe dair planlar vardı.

Ya sarp bir tepenin başında, ya kör bir dere yatağında parçalanıp gittiler. Mayınlar kollarını, bacaklarını kopardı. Sağ kalanlar, göğüslerine soktukları naylon poşetleri çıkarıp, arkadaşlarının parçalarını topladılar. Oysa daha dün gece nasıl da dertleşmişlerdi, gecenin ıssızlığında baş başa verip nasıl da terhisten sonra neler yapacaklarından söz etmişlerdi. Mayınla parçalanan Ali, “Gel teskere gel” diyerek gün sayıyordu ve her gece rüyasında, babasının söz verdiği gibi hemen evleneceği Aynur’u görüyordu.

Arkadaşının kanlı parçalarını toplayıp poşete dolduran Ahmet, dehşet içinde hem arkadaşının hazin sonunu hem de kendisini bekleyen korkunç kaderi düşünüyordu.

Bir kuytulukta ölüp gittiler.

Arkalarından cenaze törenleri yapıldı. Anaları babaları, bayrak örtülmüş tabutlarına sarılıp, yürek yakıcı feryatlarla ağlaştılar. Siyasetçiler, komutanlar “terörle hiçbir yere varılamayacağını, bu eylemleri yapanların hüsrana uğrayacaklarını” söylediler.

Sonra?

Sonrası hiç!

Hepsi unutuldu. Sadece ailelerinin ziyaret ettiği mezarlıklarda ve evlerinin duvarına asılı, çerçeveli bir fotoğrafta kaldılar.

Ne Ali anlayabildi niye öldüğünü; ne Ahmet, ne Ömer, ne Ercan, ne Mustafa!

Daha dünyayı kavrayacak yaşta değillerdi.

Onların tazecik bedenleri üzerine siyaset yapanları, uluslararası komploları, Orta Doğu üzerinde oynanan oyunları, enerji kaynaklarına sahip olma hesaplarını bilmiyorlardı.

“Vatanın sana ihtiyacı var!” dendi, onlar da davullu zurnalı şenliklerle asker ocağının yolunu tuttu.

Ama hem Türkiye’de hem de dışarıda yürekleri nasır bağlamış, buz bakışlı bir takım insanlar, bu delikanlıları birer insan değil, her an harcanabilecek piyonlar olarak görüyorlardı.

Kuytu boğazlarda, sarp geçitlerde parçalandılar.

Kendileri parçalanırken ailelerinin, sevenlerinin yüreklerini de parçalayıp gittiler.

Ve arkalarından bol bol nutuk söylendi.

Ne demişti Orhan Veli:

“Neler yapmadık şu vatan için

Kimimiz öldük

Kimimiz nutuk söyledik meydanlarda.”

***


Evlatlarımızı yiyen bu iğrenç, bu kirli, bu aşağılık savaşa lanet olsun!

Savaşı bitirmek yerine, ondan yarar uman, çıkar sağlayan canavarlara lanet olsun!

Kardeş kavgasını bitirmeyenlere lanet olsun!

Evlatlarımız ise nur içinde yatsınlar.

20 Mayıs 2011 Cuma

Edirne Notları:Seviyorum Ben Bu Şehri:)

Gönderen Eleneda zaman: Cuma, Mayıs 20, 2011 2 yorum
Aslında yakışmadı böyle puslu bir resim bu şehre ama ne yapalım nisan yağmuruyla karşıladı bizi Edirne...Hem soğuk hem ıslaktı o gün...Soğuğa rağmen Meriç kenarında,Lalezar'da camın arkasında çektim bu fotoğrafı.Meriç Köprüsü görünen.Sultan 2.Mahmut zamanında yapımı başlayıp Sultan Abdulmecid zamanında bitmiş bu tarihi köprü.Güneşli bir günde şöyle Meriç'in sakin sakin aktığı pırıl pırıl bir fotoğrafıda paylaşırım buradan inşallah:)
Anne toprağı Edirne.O nedenledir ki kalbimin derinliklerindedir yeri...Sıcacık insanlarıyla,'be ya' olmadan olmaz sohbetleriyle,düğün dernek deyince akan sular duran geceleriyle bir başkadır işte.Dedim ya 'Seviyorum ben bu şehri'....
Selimiyesi,ters lalesi,kırkpınarları,badem ezmesi,sabunları daha da önemlisi tarihi ile koca bir çınar benim için Edirne.İstanbul'un fethine kadar Osmanlı'ya 92 yıl başkentlik yapmış bir şehir ne de olsa.Heybeti oradan kalma...İşte o heybetli Selimiye'nin içinden  bir kaç detay resim size:)





 
Mimar Sinan'ın 'ustalık eserim' dediği Selimiye Cami şehre gelenlerin ziyaret etmeden geçmediği büyük bir eser zaten.Selimiye'nin tarihini buradan okuyabilirsiniz.Peki Selimiye'deki ters lalenin hikayesini biliyor musunuz?


Bu ters lale bir üstte,son resimde,suyun etrafındaki sütunlardan birinde yer alıyor.Rivayete göre cami arsası içinde bir lale bahçesi varmış ve bu bahçenin sahibi kadın arsayı vermek istememiş.Uzunca bir aşamadan sonra bahçe sahibi kadın şartlı olarak arsayı satmış.Şartı ise lale motifiyle bahçenin yaşatılmasıymış.Mimar Sinan bu şartı yerine getirmiş.Bu lale motifi bahçeyi temsil etmekte ama özellikle ters olması ise kadının tersliğini göstermekteymiş.Ayrıca camide ters lale dahil 101 lale motifi bulunmakta.Kibarca bir sitem eylemiş büyük mimar:)
Bu resimler size belki fikir verir.İstanbul'a bu kadar yakın bir tarihi görmek için merak yaratır.Edirne istanbul arası ortalama 220 km.Günübirlik gezmeler için ideal bir yer.Şiddetle tavsiye ederim.Unutmadan  ciğer yemeden bir de çarşıdaki kahveciden bir paket kahve almadan gelmeyin.Sevgiler...

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Format İstiyorum...

Gönderen Eleneda zaman: Pazartesi, Mayıs 02, 2011 0 yorum
Baharın geç gelmesinden midir nedir bir yorgunluk hali hakim bu aralar bende.Havalara ayak uyduramayan bendeniz bir yatası ruh hali içinde yuvarlanıp gitmekteyim.Bu nedenledir ki aynı bilgisayarlardaki gibi bir format istiyor hem bedenim hem beynim.Baharı beklerken şöyle temiz bir evle karşılayım güneşi derken daha da yorulmuşum da farkında değilim.Evde küçük bir tadilat ve küçük küçük değişiklikler,alışveriş çiçek böcek derken zaman  su gibi geçmiş.Sonuç mu peki mehter marşı misali 2 ileri 1 geri...Eve her usta girdiğinde olan durum hakim yine.Bir kerede oldu dediğimiz birşey yoktur zaten.İllaki herşey bir kere değişmeli, boyaya gitmeli ya da baştan yeniden dikilmeli.Bu ustalar bana mı denk gelir ya da ben arıza bir müşteri miyim bunu da her zaman sorgularım zaten.Yine beklemede bir Elif ve yarım kalmış havada bir ev durumu.Gel de bunalma.
Güzel anlar yok mu tabi ki var.Kızım bu karışıklık içinde büyüyor ve bana yardım etmeye çalışıyor.Her suratım asık durumda gelip bir şebeklik yapıp şaşırtıyor.Aslında annesine en büyük dersi veriyor.'Hayatta benden daha önemli ne var anne?' diyor o minicik aklıyla ama annenin bunu anlaması geç oluyor işte.Şükretmek ne kadar önemli.Ama neden bunu bir hırpalanmadan sonra anlıyorum ki...Çok kızıyorum kendime çok....

12 Nisan 2011 Salı

Nasıl Yani...

Gönderen Eleneda zaman: Salı, Nisan 12, 2011 0 yorum
'İki ucu ....değnek' der ya büyüklerimiz.İşte tam öyle şu an bahsetmek istediğim durum...Dün sabah tvde bir programda konuktu Sağlık Bakanı...Konu kadın-anne-çocuk-bebek- doğum vs....İyi güzel hoş herşey.Bilgilendirmeler iyi.Normal doğum en doğru olan,gereksiz sezeryan tü-kaka.Ona da tamam.Hem de sonuna kadar.İlk 6 ay sadece anne sütü.Eyvallah.Ona da itirazım yok zaten.Ama bir problem var çalışan anneler ilk 6 ay sadece anne sütü nasıl verecek?Cevap: Sağıp buzluğa koyup sonra ıstıp biberonla kaşıkla vs...diye uzatılabilir ama ben uzatmak istemiyorum artık hele anne olduktan sonra hiç hem de...
Çalışmayan bir anne olarak bu durumdan etkilenmiyorum.Kızımı sıkıştırılmış zamanlarda emzirmiyorum.İş yerinde size tuhaf gözlerle bakan insanların arasında sütümü sağmıyorum ya da süt sağmak için ayrıldığınız molalarda 'Daha bitmedi mi?' gibi üstü kapalı altı çok derin cümleler duymuyorum.İçime sine sine kızıma doya doya en önemli şeyi yapıyorum.Aslında bana yapmam için fırsat verdi özel sektör nasıl mı tabi ki beni işe almayarak.Başımdan geçen iş arama hikayemi anlatmıştım.Etik mi hem de hiç değildi ama yaşandı mı yaşandı.Hala bu tarz konuşmalar iş hayatında var mı var.Bakanın konuşmalarını dinleyince aynı yerde yaşamıyoruz herhalde dedim.Herşey o kadar toz pembeydi ki...Bir kere doğum izniniz yaklaşık 4 ay.Tabi doğum yaptığınız tarihte bunu etkiliyor.Normal şartlarda bebeğiniz en iyi 4 aylıkken işe geri dönmek zorunda kalıyorsunuz ama en iyi durumdan bahsediyorum.Geri kalan 2 ay için ücretsiz alma cesaretini gösterebilir misiniz peki hele de özel sektörde.Hadi cesareti gösterdiniz diyelim geri dönüşünüz nasıl olur acaba ya da dönebilir misiniz aynı iş yerine...
Twitter'dan da soruları kabul ettiler programda (Bu arada program TRT'deki Gülben Ergen'in programı yazmayı unutmuşum da.)Benim de en merak ettiğim bu konuyu bir hemcinsim sordu.Alınan cevap şok etkisi yaptı.
Soru:İlk 6 ay anne sütü diyorsunuz ama çalışma bakanlığı 2 ay sonra işe dön diyor?
Cevap:Süt izni saatini 1 saatten 1.5 saate çıkardık.Yol katettik.(yarım saatle ).Dengede tutulması gereken bir durum.Süt izni uzarsa özel sektör kadın istihdam etmez.(Bakınız şekil 1a :etik mi değil mi).Ne güzel ne kadar çözüm dolu cümleler değil mi?Ne işiniz var çalışma hayatında oturun evinizde yok ben oturmam üretmem lazım derseniz alın size ceza.Arz-talep meselesi ya bu durum.O 1.5 saati kullandığınız meçhul.Bankacılık hayatımda az şahit olmadım süt izni olaylarına.Anne olmuş kadınların bile anlayışsızlıkları yüzünden ağlayan sayısı hiç de azımsanmayacak anneler gördüm.
Şimdi çalışmıyorum ama çalışan çocuk sahibi hem de emzirme döneminde olan 2 arkadaşım var.Bunlardan Nihan'dan daha önce de bahsetmiştim.2 çocuk sahibi Duru ve Ömer'in annesi...Ömer yaklaşık 3 aylık oldu.Hala emiyor çok şükür.Duru'da daha erken işe başlamıştı ama Ömer'i en azından 6 ay emzirmek istiyor.Bunun için de bin takla atıyor resmen arkadaşım.Süt iznini birleştirdi yetmedi bir de ücretsiz izin alacak karşılaşacağı tepkiyi bilmiyor.Endişelerini,duygularını,korkularını o kadar iyi anlıyorum ki...Sağlık bakanı'ndan da bu cümleleri duyduktan sonra çok daha iyi anladım arkadaşımı...Özel sektör zaten 1-0 önde başlıyor bu cümlelerle.Siz kime neyi şikayet edeceksiniz?
O nedenle 'Emzirme Reformu Gerekli' diye yırtınıyor kadınlar.Lütfen siz de destek olun.Olun ki bu cümleleri bir daha duymayalım,bir daha tartışmayalım.En önemlisi hesapla kitapla değil doya doya emzirelim.
Sevgiler herkese.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Yine,Yeni,Yeniden...

Gönderen Eleneda zaman: Pazartesi, Nisan 11, 2011 0 yorum
Şu blogların kapanması olayı var ya resmen yılan hikayesine döndü.Hele blogunuza girmeye çalıştığınızda 'Mahkeme kararıyla...'diye başlayan yazı insanın sinirlerini alt üst ediyor.Israrla ve sabırla bekledim ama buraya kadar.Okuduğum şu haber zaten boşuna beklediğimin en büyük göstergesiymiş de haberim yokmuş...Şimdi de 'r' harfini bekleriz canım ülkemde.Güler misin ağlar mısın işte tam trajikomik...
E şimdi nasıl yazıyorum peki?Herkesin yaptığı gibi DNS ayarlarını değiştirerek.Daha önce başka bir siteye giremediğimde yapmıştım böyle bir şey.'Yok dedim bu sefer sabırla bekleyeceğim' ama sınavı geçemedim yine. Bu arada ne yaptım peki blogu wordpress adresine aktardım ama bir türlü yazmak gelmedi içimden.Herşeye rağmen azimle yazmaya devam eden arkadaşlarımı takip ettim,yeni anneler yeni bloglar keşfettim.'Her işte hayır vardır' denilen özlü söz hayatımın her evresinde beni yanıltmadı:)Çok bereketli geçti yani bu kapatma olayı.Çok şey öğrendim keşfettim bol bol da fotoğraf çektim.Tabi ki en çok fotoğraf Eda'ya ait.Zamanla paylaşırım inşallah yine bir aksilik olmazsa...

26 Şubat 2011 Cumartesi

Betül Mardin'den Öğütler...

Gönderen Eleneda zaman: Cumartesi, Şubat 26, 2011 0 yorum
Başlık öğüt olunca ben de tüm internet sitelerindeki modaya uydum ve yanına hemen bir tane gül resmi koydum:) İlk çektiğim gül resmi olması nedeniyle de manevi değeri yüksektir bende:) Sözkonusu bir kadın da olunca en güzel çiçek olan(bana göre tabi) sarı gül yakışır yanına dedim. Bu kadar detaydan sonra gelelim bir duayene...
Betül Mardin...Çoğumuz tanırız ya da adını muhakkak bir yerde duymuşuzdur.'Yok ben onu da duymadım' derseniz hemen birkaç kısa bilgi vereyim kendisi hakkında....

1926 İstanbul doğumlu bir Halkla İlişkiler duayenidir kendisi.Kökleri Hz. Muhammed (S.A.V) 'in torunu Hz. Hüseyin (R.A) 'a kadar gittiği iddia edilen bir Osmanlı ailesi olan Mardin ailesinin 2. çocuğudur.Ünlü müzik yapımcısı Arif Mardin'in ablası  ve ünlü tiyatrocu Haldun Dormen'in de eski eşidir.Dolayısıyle de yaptığı röportajları olay olmazsa şaşırdığım gazeteci Ayşe Arman'ın da kayınvalidesidir.Sayısız insan kazandırmıştır iş dünyasına.Ne zaman kendisi ile ilgili bir haber görsem okumadan geçmemiş,çıktığı tv programlarını da zevkle izlemişimdir.İşte böyle başarılı bir kadının öğütlerini kulak arkası etmemiz mümkün değildir herhalde...Ne zamandır paylaşmak istemiştim vakit bu vakitmiş demek ki...
  • Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.
  • Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.
  • Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini update et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.
  • Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: One problem less! (Bir problem eksik!)
  • Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.
  • Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!
  • Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesela benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.
  • Olumlu olacaksın.
  • Bazı şeyleri kabul edeceksin. Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.
  • Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği ve şerefsizliği olduğunu bileceksin!!
Son madde süper değil mi:)Bir o kadar da içten...

Herkese sevgiler...

25 Şubat 2011 Cuma

Eda'dan Bir Kitap Daha...

Gönderen Eleneda zaman: Cuma, Şubat 25, 2011 2 yorum
Bugün güne çok güzel haberlerle başladım.4.bebeğimiz Ela şok bir kararla aramıza gelmeye karar vermiş.Anne sezeryan beklerken o inatla hayır ben normal şekilde geleceğim demiş,annesini de hiz üzmeden bir çırpı da 'merhaba' demiş bizlere.Belli ki kızımız sürprizleri seven bir çocuk olacak:) Hayatı boyunca hep güzelliklerle karşılaşsın Ela bebeğimiz...Hep şanslı olsun...
Gelelim başlığımızdaki esas konuya.Bugün çok sevdiğim bir çocuk kitabını paylaşacağım sizlerle.Ne yalan söyliyeyim Eda'dan daha çok anne beğendi bu kitabı.Anlat anlat bitmez aç tırtıl. O kadar yalın bir anlatımı ve çizimleri var ki birden küçük bir çocuk olasınız geliyor.Kitap öyle içine çekiyor sizi.Bizim tırtıl o kadar aç ki doymak bilmiyor. Bu esnada sizlere sayıları ,meyveleri ,günleri öğretiyor.Sonunda o kadar çok yemek yiyor ki karnı ağrıyor.Sonra kocaman olup güzel bir kelebeğe dönüşüyor.(Kitabı okumuş kadar oldunuz herhalde).Yazarı Eric Carle.Kitap 47 dile çevrilmiş ve 30 milyondan fazla satmış.Ayrıca kitabın 40. doğum gününde google güzel bir sürpriz hazırlamış ve açılış logosunu bizim aç tırtıla göre düzenlemiş:)
Bir kitap hem bu kadar renkli olup hem de nasıl bu kadar yalın ,duru olabilir diye şaşırdım Eda'ya okurken.Eda da kitaptaki farklılığı anladı.Özellikle bazı sayfalarındaki meyve figürlerini daha çok sevdi.(Bizim aç tırtıl çok aç olduğu için meyvelerde hep delikler vardı)
Aslında kitabın sonundaki mesaj herşeye değer.Herşey değişebilir,çok çirkin denilen şeyler bile zamanla dönüşüm geçirip çok güzel varlıklara dönüşebilir.Olduğumuzu sandığımız kişiden çok farklı çok güzel kişilere dönüşebiliriz.Neden olmasın...Umut dolu bir kitap 'Aç tırtıl'...
Çocuğunuz için kütüphanenizde bir tane yer almasını tavsiye ederim.Başta da dediğim gibi ben daha çok beğendim şimdilik.Belki Eda da biraz büyüyünce 'Anne lütfen aç tırtıl'ı okuyalım'der mi?O günleri sabırsızlıkla bekliyorum:)
 

ELENEDA Copyright © 2010 Design by Ipietoon Blogger Template Graphic from Enakei