27 Aralık 2010 Pazartesi

İyi ki Doğmuş Boncuk Kuş...

Gönderen Eleneda zaman: Pazartesi, Aralık 27, 2010 2 yorum
24 Aralık 2006...Soğuk bir kış günü...Bendeniz o zamanlar bankacılar kervanında sürüklenip giden bir yolcu...İş güç almış başını gitmiş.Mesailer hak getire...Biraz da kendime bakmam lazım deyip çıkmıştım kuaför yoluna...Ama yine gidememiştim. Neden mi çünkü ailemizin boncuk kuşu mıstık gelmiş aramıza uzun uğraşlardan sonra..Geliş o geliş:)Mustafa'nın diliyle 'Eniç ve Ebiç' ikilisi olarak hemen kaynaşıverdik.Biz çok sevdik onu en çok da boncuk gözlerini...Bir de dışarıdaki gezmelerimizde bana benzettiler mi deymeyin keyfime:)Bu kadar keyiflenmenin üstüne benim kızımda (İçine Derya baykal kaçan arkadaşım, mıstığın annesi)Kübra'ya benzedi:)Zaten eda doğduktan sonra 40. gününde Kübraya götürdük edayı...(Annem bebeği 40. gününde kime götürürsen ona benzer der ısrarla...)
İşte bundan 3 gün önce Mustafa 4.yaşını bitirdi.Misafirlerimiz olması nedeniyle doğum gününe kapıdan uğrayıp resimde görmüş olduğunuz cupcakeleri sahibine teslim ettim.Şeker hamuruyla ilk denememdi çok başarılı olduğu söylenemez ama yine de güzeldi..O güzel gözlerine nazar değmesin diye nazar boncuğu kondurmaya çalıştım keklerime...Mustafa kekten çok hediyeme bayıldı o ayrı:)
Annesiyle babasıyla tabiki eniç amcası ve ebiç teyzesi ile uzun, sağlıklı ömürleri olsun hep mutlu olsun bizim boncuk kuş tabi bir de eda var artık onu nasıl unuturum...
Not:Farkettim ki hastalık,misafir,eminönünde güzel bir doğum günü alışverişi derken uzun zamandır yazamamışım.Bloğumdan en uzun ayrılığımın bu kadar olması dileklerimle:)

15 Aralık 2010 Çarşamba

Kitap Zamanı...

Gönderen Eleneda zaman: Çarşamba, Aralık 15, 2010 0 yorum
Zaman yine kitap zamanı...Bu sefer Eda ve devreleri için...Edaya kitap okuma zamanı geldi de geçiyor aslında ama bir türlü başlayamıyorduk.Başlayamamızın en büyük sebebi Eda'nın dikkat olayı...Resimlere bakıyorduk ama bir süre sonra bakmaktan sıkılıp ya kitap kemirilmeye başlanıyordu ya da acilen  başka bir uğraş buluyordu kendine.Anne azmetti ama:)Bu hafta sonu alışveriş merkezlerinin ortalarına konulan standlardan birinden bir kitap acilen temin edildi.Tabi öncelik yine resimlerin büyüklüğü...İlk kitabımızın adı 'Vitaminlerin Ziyareti'. Mandolin yayınlarından çıkan kitabın yazarı Pedagog Ayşen Oy.Konusu adından anlaşılacağı üzere yemek sorunu.Tam da diş çıkarma arifesinde yaşanılan yemek savaşına kısmen de olsa uydu aslında.Aslında diyorum çünkü kitaptaki kızımız biraz büyük ve fast foodları çok seviyor diğer yemekleri yemiyor.Konu Eda için büyük olabilir ama şekillerin üzerinden hayal gücünüzü de kullanarak başlıyorsunuz yeni hikayeler yazmaya.
Eda bu kitabı çok sevdi.Yemek zamanı Eda'nın eline veriyorum o resimlere bakıp işaret ederken ben de hikayeyi anlatıyorum. Bazen konuya sadık kalarak bazen de yeni kahramanlar ekleyerek...
Başlangıç için iyi sayılırız en azından kemirmeyi bıraktık. Artık darısı diğer kitapların başına..
Temin etmek isterseniz kitap yurdu adresinden temin edebilirsiniz.
Şimdiden iyi okumalar...

10 Aralık 2010 Cuma

Paris Deyince...

Gönderen Eleneda zaman: Cuma, Aralık 10, 2010 0 yorum
Paris deyince herkesin aklına ilk Eyfel kulesi gelir herhalde...Ama benim en çok etkilendiğim yer olan Versay (ya da Versailles) Sarayı gelir. Etkilendiğim dememin en büyük sebebi Haziran 2008'de gittiğim Paris'te saray üzerinde bizi karşılayan (resimde gördüğünüz üzere) şu kasvetli bulutlar olmuştur. Tabi o zamanlar iyi bir makinem olmayınca bulutları çekeceğim diye saray nokta kadar kalıyor:) Ama otobüsten indikten sonra sizi karşılayan o gizemli hava inanın sizi içine çekiyor. Her an yağmura hazırlıklı olmanız gereken Paris'te 'İnsanlar devamlı melankoliktir herhalde' diye düşünürken saraya girince olmamak elde mi diye devam eden içsesle gezmeye başlıyorsunuz.
Versay Sarayı tarihi bir Fransız şatosudur aslında.Sarayın inşaatına 13. Louis çağında başlanıp 1760 yılında da tamamlanmıştır.Sarayın her köşesi her odası kulağınıza farklı duygular fısıldıyor aslında ama en çok hüzün verdi bana. Özellikle Mayıs 1774'te fransız Kraliçesi olan, 'Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler ' dediği zannnedilen Marie Antoinette (zannedilen diyorum çünkü son tarihi araştırmalarda  annesine yazdığı mektuplardan yola çıkarak halkına üzüldüğünü, birşeyler yapmak istediğini söylemesi delil olarak gösterilmiştir.) en çok etkileyen köşedir.Hayatını okuyunca neden etkilendiğimi daha iyi anlayacağınıza inanıyorum. Avusturya Ardüşesi Marie Antoinette çok küçük yaşta ,XV. Louis'nin torunu ve veliahtı Louis-Auguste ile evlendirilir,bu evlilikten de hiç mutlu olmadığı tarihi kaynaklarda yer alır.
Yandaki resim Versay Sarayı'nın genel görünümü...İçerdeki puslu ve kasvetli havayı bir an önce üzerimden atmak için bir hışımla kendimizi sarayın bahçesine atıvermiştik.Bahçeyi  önce her an bir yerden bir Fransız şovalyesi fırlayacak hissi ile dolaşıyorsunuz sonra ise alışıp o büyülü havaya kendinizi bırakıveriyorsunuz. Bahçe o kadar büyük ki gezmek için küçük golf arabalarından kiralamanız gerekiyor tabi bizim gibi tam anlamıyla gezmek isterseniz:)Her türlü pazarlığa kapalı, ingilizce sordukça inatla fransızca cevap veren kiralama alanında çalışan fransız arkadaş her ne kadar bizi yorsa da çocuklar gibi şen bir şekilde (resimde de görüldüğü üzere) arabaya atlayıp turumuza başladık.Bahçe turumuz 1 saatten fazla sürdü (durmadan kullanmamıza rağmen). Tur kapsamında sadece otel ve konaklama olması nedeniyle gezilerimizi kendimiz yaptık.O  nedenle koştur koştur geziler yapmadık herkese bunu tavsiye ederim.Her tarihi yeri sindire sindire bol bol fotoğraf çeke çeke yapmıştık. Tabi o zamanlar edoşumuz yoktu aramızda:)Daha bir rahattık.Şimdi eda ile bu gezi ne kadar sürer tahmin etmek istemiyorum:)

O mükemmel bahçeden çok güzel fotoğraflar çıkardı eminim...Sanki tekrar gitmek istiyorum izlenimi yarattıysam ne mutlu bana çünkü bağıra bağıra söylüyorum diliyorum 'Ben tekrar gitmek istiyorum' sırf fotoğraf aşkına...Belki eda biraz daha büyüdüğünde Disneyland uğruna (eda bahane anne baba şu fırlatan oyuncağa yeniden binmek için can atıyor) yeniden yolumuz parise düşer...Sonuna da kocaman bir amin ekledik mi dileğimiz tamamdır:)


7 Aralık 2010 Salı

Kelebek Misali

Gönderen Eleneda zaman: Salı, Aralık 07, 2010 2 yorum
Küçükken kelebek yakalamaya çalıştınız mı? Hem de benim gibi poşetle:)
Ben bu işi her köye gittiğimde yapardım.Becerebildim mi? Nadir de olsa evet ama yakalamamla bırakmam bir olurdu. Nedense kıyamazdım bu narin varlıklara.Sanki seslenir gibi, gözyaşları varmış gibi gelirdi çocukluk işte...
Aynı işlemler sırayla kara ve sivri sineklere de yapılırdı ama onlara acımak yok.Bir de sorguya çekeredim yakaladıklarımı.Poşetin içinde sağa sola çarparak çıkmaya çalışan sineklere 'Söyle sen mi yedin benim ayağımı  söyle çabuk' diye bir de fırça atardım. Sonları ne mi olurdu?...Kelebekler kadar şanslı değillerdi. İnsanoğlunun içindeki en tehlikeli duygulardan biri olan intikam çocukça akılla böyle alınırdı.
O günlerden bilinçaltında kalanlar nedeniyle midir nedir bu hayatta kıyamadığım en sevdiğim varlığımın odasında da kelebekleri kullandım.Benim için en narin en temiz ne varsa o'ydu işte...


Benim minik kelebeğimin odasında da bol bol kelebek var. Aslında kelebeklere benzesin mi tabi ki hayır...Bu kadar kısa ömürlü canlıların bazı türleri(ki 150.000 den fazla türü var) göç edebiliyorlar ama bu göç tek yönlü oluyor geri dönüşleri olmuyor.İşte işin burasından pek hazetmedim:)
Benim minik kelebeğim de tırtıl halinden çıkıp büyümeye başladı bile.Bir gün bu dolap kapaklarını açıp benim de annemi yediğim gibi 'Anne ben bugün ne giyeceğim' diyecek mi acaba:)Su misali zaman işte...

4 Aralık 2010 Cumartesi

Adım Diye Demiyorum....

Gönderen Eleneda zaman: Cumartesi, Aralık 04, 2010 0 yorum




Elif olmak zordur
çünkü elif olmak
yuvarlak bir dünyada dik durmanın
dik ve önde
belki acıyla
ama vazgeçmeden durmanın
dünya ne kadar dönerse dönsün
olduğu yerde kalmanın adıdır elif olmak
kaç silah varsa elife çevrilir
elif hep olduğu yerdedir
silahlar patladığında ilk vurulan eliftir
zordur elif olmak
elif olmak hep vurulmaktır
elif olmak yalnızca elif olmaktır
ne b, ne t, ne s
elif  yalnızca elif
elif demeden hiçbir şey denilemez
ben elif dedim
artık her şeyi söyleyebilirim

MEVLANA IDRIS
Söyleyeceksen şarkını sesli söyle, eşlik eden biri bulunur elbet dünyanın bir yerinde...    

Adıma yazılmış en güzel şiirdir benim için...
Bir sürü şiir yazılmış Elife....Ama nedense tek bu şiir boğazımda kocaman bir düğüm yapar,bir başkadır yeri işte...Belki de şairin babamın memleketlisi olması nedeniyle özeldir ayrı tutarım.Mevlana İdris'in diğer şiirlerini de okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Görüşmek üzere...

2 Aralık 2010 Perşembe

Merak...Merak...Merak....

Gönderen Eleneda zaman: Perşembe, Aralık 02, 2010 0 yorum
Bazen takılır kalırım bir yazara....3 kitabını okudum mu tamamdır deyip 4. kitaba geçememişim. Mişim diyorum çünkü ben de bunu yeni farkettim.Geçen gün 'Ben hangi kitapları okumuşum hangilerini okumak için alıp bir kenar koymuşum' diye düşünürken farkettim.Zaman zaman Ayşe Kulin,zaman zaman Zülfü Livaneli,zaman zaman Maeve Binchy...İşte şimdi sıra Ahmet Ümit'de...Aslında 2005 tüyap fuarında olmuş ilk buluşmamız 'Çıplak Ayaklıydı Gece' ile .Okumaya başlamamla kapatmam birolmuştu:) Nedense bir ısınamamıştım kitaba...Sonra 2008'de marketten aldım BAB_I ESRAR'ı...İşte dedim hayalimdeki Ahmet Ümit..Hayalimdeki diyorum çünkü kitapların arkasındaki kısa tanıtımları okur okumaz bir şekil çizerim yazara da kitaba da. Bu sefer bu şekil süper oldu. Mevlana-Şems aşkı o kadar güzel anlatılmıştı ki bir çırpıda bitti kitap. Sonra Patasana'ya geldi sıra. Baktım ki ben bir polisiye romanı hayranı olmuşum da haberim yok...Ahmet Ümit, Patasana için 'İnsan benliğine yapılan kazı' der sık sık..Kitap geçmiş ile günümüz arasındaki uygarlıkların koparılamayacak bağlarını ince ince anlatıyor aslında...
Evet şimdi sıra İstanbul Hatırası'nda...yaşadığım şehri tanımamışım ona üzüldüm ya da ne kadar duyarsızmışım diye hayıflandım aslında. Çok şey öğreniyorum İstanbul hakkında...Eski isimleri tarihi eserleri,okula giderken hergün önünden geçtiğim camilerin detaylarını vs...Bir de arada işlenen cinayetler var ki sormayın gitsin..İşte 200 lere geldiğim kitapda dayanamayıp sonunu okudum ölüyordum meraktan...Ohhh sonunda katili öğrendim.Size de katilin adı .... dememek için zor tutuyorum kendimi:) Böyle okumakta başka güzel oluyormuş şimdi katili bilerek bu insan nasıl katile dönüştü acaba diye okuyorum o da ayrı bir zevkmiş...
Şimdiden sıradaki kitabı belirledim.Araya bir adet Can Dündar 'Lüsyen' sıkıştıracağım. Sonra sırada yine bir Ahmet Ümit kitabı...Galiba ilk kez bir yazarın 4. kitabını okuyacağım. Bakalım başarabilecek miyim?

1 Aralık 2010 Çarşamba

Hareket Zamanı

Gönderen Eleneda zaman: Çarşamba, Aralık 01, 2010 1 yorum
Anne sıfatı...herhalde şimdiye kadar aldığım en güzel ünvan...
Bu güzel terim insana bu dünyadaki en güzel şeyleri yaşatıyor o ayrı ama pek bir görev yüklüyor  nedense:) Artık içinde anne-bebek kelimelerinin geçtiği herşeye karşı pek bir radar durumunda dolaşıyorsunuz.Çalışmama lüksüne sahip bir anne olunca da herşeyden daha rahat haberdar oluyorsunuz.Zaten araştırmacı ruhum üniversitede ortaya çıkmıştı artık zaptedilemez bir hal aldı. 'İnternetim sen çok yaşa'diye slogan atasım geliyor.İşte böyle bir anda haberdar oldum 'emzirme reformu hareketi'nden.Anne olsanızda olmasanızda siteye girdiğinizde ister istemez aynı havayı teneffüs edeceksiniz.Neden mi? Eminim ki etrafınızda bebeği olup daha emzirme dönemindeyken işe başlayan süt sağma makineleriyle birlikte yaşayan kimi zaman bunu tuvalette kimi zaman toplantı odalarında kızgın bakışlar altında(sanki ayıp birşey yapılıyor hissi uyandırılarak) sütünü sağmak zorunda kalan anneler vardır.Yasal süt izni olduğu halde yöneticileri tarafından engellenen anneleri saymadım bile...
Benim arkadaş grubumun çoğu çalışan ve çocuklu anne ya da anne adayı...Her ne kadar evde olsam da onların hikayeleri her zaman üzmüştür beni. Şimdi böyle bir hareketi görünce paylaşmadan edemedim.Lütfen siteyi ziyaret edin ve bu harekete destek verin. Şu an 1763 kişiye ulaşmışlar. neden daha fazla olmasın...
 

ELENEDA Copyright © 2010 Design by Ipietoon Blogger Template Graphic from Enakei